29 Mart 2010 Pazartesi

Balıkçı Sabahattin




Arkeoloji Müzesi turu sonrası acıkan karnımızı doyurmak için Cankurtaran'daki Balıkçı Sabahattin'e gittik. — Bu arada Topkapı Sarayı bahçesindeki ön karakol binası restoran olmuş. Adı da Karakol Restaurant. Feriye Lokantası işletiyormuş. Bir gün denemek lazım. — Neyse, kısa bi yürüyüşten sonra restoranın 2. katında mükellef bir ikindi yemeği yedik. AliG, restorandan içeri girer-girmez "Ben yengeç yiycem" diye tutturdu ama biz o'nu "Yengeç görünümlü Mezgit"le idare ettik. Allahım, ne kötü bi ana-babayız biz!!! Beyimiz yemek boyunca yan masadaki turist kardeşleriyle ilgilendi, garsonlarla takıldı, POS cihazıyla oynadı ve tüm masalara restoran kartını dağıttı. Arada bi duble rakımızı da parlattık tabii. Yemek sonrası hayatımın ilk 3 yılının geçtiği Sultanahmet Akbıyık Değirmeni Sokak'a da uğradık. Banliyö hattının üzerinden geçen köprüde trenlere el salladık ve tek odasında 4 kişilik bir aile olarak yaşadığımız konağın kıro bir butik otel'e dönüşmüş halini gördük. En son gördüğümde ahşap cephesi iyice kararmıştı. Şimdi garip bir renge boyanmış ve yanıp-sönen neon ışıklarla aydınlatılıyor. Neyse... Sonrasında yürüyerek Sultanahmet Meydanı'na çıkıp, Sultanahmet Camii avlusunda biraz vakit geçirdik. Şansımıza avluda bir film çekimi hazırlığı vardı. O yüzden paşa paşa tramvay-füniküler-metro üçlüsüyle evimize geri döndük. Trafik stresi yaşamadan güzel bir İstanbul günü geçirmek isterseniz deneyin!

Hiç yorum yok: